30 Kasım 2011 Çarşamba

Sarı Işık

Malumunuz trafikte iken, yeşil ışık "geç", kırmızı ise "dur" demektir. Sarı ışık ise, çoğu temiz kalpli vatandaş tarafından "aman hacı, kırmızı yanmak üzere, yavaşla istersen" şeklinde algılanmaktadır. Lakin işin aslı öyle değildir. Araba tamamen durdurulup tekrar hareket ettiğinde, hızlandırılmasına nazaran daha fazla benzin harcamaktadır. Malumunuz diğer ülkelere nazaran benzinin de litresi, ebesinin nikahı kadar pahalı. Bu durumda, gereksiz yere fazladan benzin harcamak milli ekonomiye zarar teşkil edeceğinden, yapılacak en doğru hareket, sarı ışığın bize "kırmızı yanacak. yakalanmadan bas gaza" dediğini tahayyül etmek olacaktır.

Minibüs şoförü ve yolcular

Ayakta yolcu bulundurulmasının yasak olmasından mütevellit, ileride polis gördüğü zaman minibüs şoförü, yolculara çökmeleri doğrultusunda direktifler verir.
Yolcular, sorgulamaksızın "çökün" emrine itaat ederler. Minibüs şoförü, amir pozisyonundadır netice itibatiyle.
Emektar bir minibüs
Genelde dikkat edin, ayaktaki yolcular askerliklerini çoktan yapmış erkek bireylerdir.  Unutmayın ki, askerlikte emre itaat esastır. Öyle liberal felsefeler falan sökmez. Gerçi 30 bin gayme bastıran, bu canım felsefeden bihaber kalacak. Bir nesil sonra, aayakta bayan yolcular da göreceğiz.
Çökertme
Ne de olsa, kültürümüzün bir parçası; kadın dediğin yerinde oturacak, yerinde değil, toplu taşıma aracında ise gene oturacak. Bir keresinde, hiç unutmam, üniversite son sınıfta iken otobüste bir bayan zorla beni yerimden kaldırmıştı. Zorla dediysek, öyle kaba kuvvetle değil, sosyal baskı yaparak.
Ne diyorduk? Hah, polis görülür, illegal pozisyondaki yolcular çöktürülür. Ama asıl eğlence bundan sonra başlar. Polis geçildikten sonra, hep beraber "Çökertmeden çıktık da Halil'im" diye türkü çığrılmaya başlanır. Atlatılan tehlikenin oluşturdu stres bu şekilde bertaraf edilir. Minibüste de, halil isimli bir yolcu varsa, onun yanakları hafiften pembeleşir, kendini belli eder.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Mini Etekli Hatuna Bakmak

Hatırlarsınız, Volkan Demirel, karısına baktıkları için barda bir kavgaya karışmıştı. Sosyal ortamlarda da bayağı bir tartışılmıştı.Bu olay tefekkür alemine dalmama neden olmuştu..
Işin içine batılılaşma çabamız ve etik değerlerimizden arınamamız giriyor, ortaya bir hilkat garibesi çıkıyor. Tam olarak özümseyemiyoruz.
Simdi bu garb diye tesmiye edeceğim bölgede, ki siz bunu Amerika olarak bilin, eleman karısının mini etek giymesine izin veriyor. sudyensiz t-shirt'üne bile eyvallah çekiyor. Sen bakınca, adam mutlu oluyor. Ellemedikçe sorun yok mantığı var. Göze hitap edecek olaylardan rahatsız olmuyor.
Hatun kısmı da bu bilinçte. Baktığını görüyor, tebessüm ediyor. Bakman için bu şekilde giyiniyor zaten. Ama dokunamazsın.
Simdi bizim elemanlar da izin veriyorlar, eş, metres ne varsa artık, mini giydiriyorlar. Sonra başkalarının bakmasıyla öküzleşiyorlar. "Başkasının karısına bakılır mi" edebiyatı. Giydirme lan o zaman. serseri. Istediğim yere bakarım ben, kamusal alanda olduktan sonra.
Olması gereken eylemdir, netice itibariyle. Uhrevi sebep dışında bakmayanın aklına tüküreyim.

Av

Ben gençken, yani lise - üniversite çağlarımda, sömestr tatilinde, Marmaris'e Yalancı Boğaz'a ava giderdik. "Vay, hacı! Hatun olayları ha? Ehe ehe!" demeden dinle. Zaten, o mevsimde kimse olmaz orada, o yüzden adabınla oku.
Karatavuk avı. Karatavuk indirirdik. Gerçi ben indiremezdim. vuranlarınkini araklardım. Bak, buraya kadar yalan yok.
Akşamları da, şömine başında geçmiş av anıları anlatılırdı. Elemanın biri başladı anlatmaya. Ayı çıkmış karşılarına, 1500 domdom sıkmışlar. Ayı ölmemiş. Dinledim. Elemana bakıyorum, birşey söylemeden.
"Hadi be" dedim.
Tip tip bana baktı, "yalan mı söylüyorum" diye de ekledi.
"Ulan" dedim, kazık kadar adama. "1500 domdom ile darbe yapılır. siz bir ayıyı indirememişsiniz!"
Bakakaldı sadece.
O zamandan beri, av hikayesi de dinlemedim.
 

27 Kasım 2011 Pazar

Married With Children

Al Baba
Peg Yenge
Simdi siz gençler bilmezsiniz, "Married With Children" diye bir dizi vardı. Biliyor musunuz? Hayret. Neyse işte, bu bizim esas oğlan Al Bundy ağabey, helali olan Peg Bundy ile cima halinde bulunmaktan imtina ederdi. Bir bölümde ise, Peg yengemiz adeti olmadığı halde ev temizliği yaparken Al ağabeyimizin nazar-i dikkatinı celb eylediydi. Al baba, Peg yenge ile cima etmişti. Vel hasıl kelam bir kadının en seksi olduğu an, ev işleri yaparken ki hali diyebiliriz.

Okeyde taş çalamayan insan

Okey oynayan ihtiyar amcalar
Süper egosu süper gelişmiş süper olmayan insandır. Süper egosu, toplum tarafından kabul görmeyen davranışların tezahüründe insanın yüzünün kızarmasına, göz temasından kaçınmasına vs vs sebebiyet verir. Kendilerini belli ederler.
Ortadan taş çekerken çaktırmadan iki tane taş çekse, oyuna başlamadan balyalardan bir tanesini zulalasa ya da sol taraftaki elemanın daha evvel atmış olduğu öncenin gereksiz şimdinin lüzumlu taşını yürütebilse, çok daha başarılı bir insan olabilir. Odediği çay paralarıyla kendine eski kasa bir şahin alabilirdi.
Böyle "aman kuralları bozmayayım, hepsine uyayım" meşrepli insanlar hayatı da çekilmez yaparlar. Ne poker oynayabilirsin, ne de blöf. Halı sahada gol atmış olsalar, gol sevinci yaşamak yerine, daha evvel topun ellerine çarptığını söyleyip kendi attıkları golün iptali için uğraşırlar. Bu da olmadı, karşı takım adına üzülürler.
Neyse uzatmayalım. Lafın özü; okeyde taş çalmayan adam, adam değildir. Psikolojik açıdan da, sosyal açıdan da sorunludur.

Imamın "saf tutun" emrini yanlış algılayan birey

Bilenler bilir, bilmeyenler için belirteyim, cemmat ile namaz kılarken böyle askeriyedeki gibi muntazam hizaya girilir. Imamın komutlarıyla hareket edilir. Bu farz namazlarında yapılır.
Nubar Terziyan
Farz olmayan namazlarda ise, cemaatte bir başıbozukluk, daha ziyade bir düzensizlik vardır. Mıntıka temizliği yapan askerler gibi herkes ayrı yerlere dağılmıştır.
Imam, farzı kıldırmaya başlamadan önce cemaate bir takım direktifler yağdırır; saf tutun, safları sıklaştırın, bireysel oynama yok vb. gibi emir cümleleri ile cemaati motive eder.
Ilk kez cemaatle namaz kılacak olan heyecanlı birey, heyecan ve stresten kaynaklanan alın bölgesi terlerinden kendini hafif de olsa belli eder. Bu heyecan bazı komutları yanlış anlama/uygulama şeklinde hataya sevk eder elemanı.
En çok yanlış anlaşılan komut da, "saf tutun" komutudur. Bu komutla birlikte taze kan etrafı kesmeye, kendi standartları doğrultusunda saf diye nitelendirilebilecek eleman bulmaya çalışır.
Gözüne kestirdiği elemanı omuzlarından yakalayıp imama seslenir; "hoca saf tutuldu!"
Taze bireyin heyecanının farkında olan imam, Nubar Terziyan gülümsemesiye birlikte elemana bir bakış atar. Bu bakışın ardından genelde şu cümle gelir; "hadi oradan keranacı!"
Maksat tabii hakaret değil, babacan tavırla espiri yapmaktır.
Lakin bu espiriye taze eleman muhtemelen ikinci rekatın başında gülecek ve namazı abdestiyle birlikte bozulacaktır.
Içinden diyeceği tek şey vardır, o da "bir dahaki sefere".

26 Kasım 2011 Cumartesi

Patlıcan Kebap


Ziya Sark'ta yenilir. Bu biiir.
Simdi bunun da bir adabı vardır. Evet, tıpkı rakı adabı gibi. Afferin sevgili okur, iyi hatırlattın. Daha çok bir rituel de diyebiliriz.
lavaş ekmeği
Patlıcan alınır ve büyük bir sabırla, kabukta et bırakmayacak şekilde soyulur. Kabuğuyla yemeye çalışan bir hayvan varsa masada, kalkın, boş bir masaya geçin.
Kabukları soyduktan sonra, eline bir parça lavaş ekmeği alırsın, damadın gelini nazikçe yatağa yatırması gibi patlıcanı lavaşın üzerine nazikçe yatırırsın. Patlıcanı löp diye lavasın üstüne koyan bir hayvan varsa masada, kalkın, boş bir masaya geçin.
Sonra onu, çatalla bir güzel ezin. Sonra da eti ezilmiş patlıcanın üzerine koy. Ete nazik olmaya gerek yok. Patlıcan kadar narin ve duygu yüklü değildir.
koyun götüne çiçek
Sonra, hatunun kulağına çiçek takar gibi ya da kasabın koyun götüne çiçek takması bir iki parça domatesi de bu takıma ilave edersin.
Sonra lavaşı, çeyizlik hazırlayan genç kız edasıyla sarıp sarmalarsın. gerisini biliyorsun.
 

Radyo ve Illimunati

Ra
Radyo, illimunati ile bağlantısı apaçık olan aparatır. Orjinalinde radio şeklinde yazılır. Bizim türkcemizdeki ortadaki "i" harfi bazen "y" olur kuralı doğrultusunda radyo olmuştur.
Radio, iki kelimenin birleşmesinden meydana gelmiş bileşik isimdir. Dur, hemen itiraz etme. Ra, malumunuz üzerine eski Mısır'da tapınılan bir tanrı. Dio da, italyanca "tanrı" demek. Radio, tanrı Ra şeklinde tercüme edilir. Illuminati de, böyle piramitler olsun, mumyalar olsun, değişik eski Mısır sembolleri kullanıyor. Etti mi dokuz?


Kaynak: Müller, M. (2002). Ra. In D. B. Redford (Ed.), The ancient gods speak: A guide to Egyptian religion (pp. 328). New York: Oxford University Press, USA.

Hatun kısmının şiddet uygulayan erkeğe aşık olması...

Kadir ağabey
Insanoğlunun hatun kısmında bulunan bir dilemmadır. Normalde iç güdüler acıdan kaçınmaya yönelik olsa da, bu durum acının kucağına dört nala koşmaktır.
Taaa taş devri zamanlarını resmeden karikatürleri, bilimsel bir veri olarak kabul edecek olursak, erkek kısmısı hoşlandığı kadınının kafasına odunla vurup, saçından ekmek suretiyle yerlerde sürükleyerek evinin kadını yapmaya götürmesi, kadınının içindeki şiddet uygulanma meyilinin güzel bir örneğidir.
Ne kadar şiddet, o kadar sevgi akımının en büyük temsilcisi de, zannedersem Kadir ağabeydir. Bu bastıkça tokadı, hatunun sevgi leveli artıyordu bazı filmlerinde.
Tabii bunu uygulayabilmeniz için, hatun kişisiyle bir hukukunuzun, bir tanışıklığınızın olması gerekmektedir. Otobüste veya başka başka ortamlarda, görüp beğendiğinizde şiddet uygulamanız, hukuki sıkıntıları da beraberinde getirecektir.

Ilk Yardım Yapan Dişçi

Oncelikle, tanımıma başlamadan evvel, dişçiden kastın emektar diş teknisyenleri değil de, bu diş çeken, dolgu yapan, tartarlari temizleyen, burnundan kıl aldırmayan 5 senelik okul mezunu kişiler olduğunu belirtmekte faide mülahaza ediyor ben.
Eskiden ilk öğretim dediğimiz nane de 5 senelikti, benzerliğe dikkat.
Geçen yerde kanlar içinde yatan bir adam gördüydük. Etrafına bir kalabalık toplanmış, "doktor var mı" diye bağırıp çağırıyorlar. Elemanın birisi, küçümser gözlerle kalabalığı süzdükten sonra, "kenara çekilin! ben doktorum." dedi. Kalabalık, Kızıldeniz gibi yarıldı ve doktor (?!) mağrur adımlarla yerde kanamalı vaziyetteki elemanın yanına gitti.
Ağzını açtı. Biz şok esnasında dil nefes borusunu tıkamasın diye dili dışarı çıkaracağını sandık. Başladı dişleri incelemeye. Tartar olduğunu ve temizlenmesi gerektiğini söyledi. Azı dişinin önündeki dişte de çürük varmış, lakin armut çürük denilen tarzda bir çürük olabileceğini de belirtti. Linç edecekti, öfkeli kalabalık elemanı. "Sittir pezevenk" diye hakaretler edip, kovalamaya başladılar.
 

25 Kasım 2011 Cuma

Sen Benim Sidiğime Ne Karışıyon Köpek

Uzun süre psikolojik olarak işkence ettiğimiz, lise arkadaşımın alt komşusunun hafiften otistik oğlunun, bu psikolojik baskı ve eziyetlerin acısını annesinden çıkarma beyanatı.
Velet 4 yaş civarı. Hep bizimle takılmak istiyor. O zamanlar biz de 20 yaş civarıyız.
Buna soruyoruz, "seni keselim mi?" diyor "yoooh!"
"Fırında pişirelim?" "Yooooh!"
"Camdan atalım?" "Yoooh. siz demeyin böyle. sonra ben gerçek sanıp gorkuyoom."
Bu velette altını ıslatma sorunu da vardı. Annesi bir gün artık monotonlasan bu süreç hakkında söylenmeye başlayınca, bacak kadar piçten bu cevabı duymuş. Psikoloji tehlikeli sulara ait bilim. Yanlış insanların ellerinde zararlı olabiliyor.
Ek: Aslıda "köpek" dememiş, "kopek" demiştir. Ama "köpek" demeyi kastetmiştir.
 

Bebeklerin Kelimeleri Yanlış Telaffuz Etmeleri

Hemen hemen bütün kelimelerdir. O değil de, şimdi bu veletler, 13 aylık olana kadar her gördüğü erkeğe "baba" diye hitap ediyorlar, bende gereksiz korkuların mevcudiyetine sebebiyet veriyorlar. Geçen otobüsteyim, yan tarafta bir çift. kadının kucağında 1 yaş civarı bir bebe. beni gösterip "bab ba" dedi. Kadının kocası ile göz göze geldim. Herifin yüzü sinirden kıpkırmızı. sakinleştireyim diye "abi, yalan söylüyor orospu çocuğu" dedim. Güç bela aldılar beni, elemanın ellerinden. Otobüsten indim, kapı kapanırken elemana "anasykim" diye bağırıp kaçtım.
 

24 Kasım 2011 Perşembe

Bakkala Bakakalmak

Berberlerin aksine bakkalların müşterileriyle ilişkileri kısa sürelidir. Berberle en az yarım saat geçirirsin, saçını yıkar, kurular, eliyle saçınla oynar, bazen omuzuna ford yapar, işkillensen bile bir şey söyleyemezsin, netice itibariyle adamın elinde makas vardır. Ustura ise hemencecik ulaşabileceği yerdedir.
Erdal Bakkal
Bunları yaparken, aynı zaman da çenelerini de çalıştırmaktadırlar. Ne vatanlar kurtarılır, ne kupalar kaldırılır, ne dilberler götürülür, ne psikanalizler yapılır berber koltuğunda. Berber, hem mental mastürbasyonunu yapıp rahatlar, hem de paranızı alır.
Ama bakkallar öyle mi? Gerçekten müşterileriyle ilişkileri çok kısa sürelidir. 2, bilemedin 3 dakikada halledersin işini. Bakkal gözünün içine bakar. Tekdüze hayatın acımasız çarkları arasında can sıkıntısından ezilirler. Bu ezilim, mental ve sosyal ortamlarda da kendini gösteriverir hemen. bir konu bulup, 3-5 lafın belini kırabilmek maksadıyla yanıp tutuşurlar.
Lakin, ezilim neticesi itibariyle nasıl konu açacaklarını şaşırırlar. Dünya kupası oynanıyorken, gelirler sana Baykal'ın istifasından bahsederler. Meksika körfezi petrolle siyaha bulanırken, Yenikapı'nın eskiden dutluk olduğundan bahsederler.
Saşkınlıktan öylece bakakalırsın. Kısa cevaplarla konuyu geçiştirip hemen oradan çıkmaya çalışırsın. Bakkal ise, nemli gözlerle arkandan bakarken, içinden "bir daha ki sefere" diye düşünür ve bir damla yaş akar gözlerinden.

Cişimizi Nasıl Tutarız

"Elimizle" diyerek cevap veren hayvanlara selam olsun.
Hep geyik, hep geyik nereye kadar diyerek çok çişiniz gelmişken ve etrafta umumi yokken, durumu nasıl idare edeceğinizi gösteren teknikleri öğretmeye karar verdim. Bir hayır duasını eksik etmezsiniz umarım. Nedir bu teknikler? Su aşağıda belirteceğim yöntemlerdir.
1. Seks hakkında düşünün. Seks hakkında düşünceler, beyninizin idrar kesesinde izdihamı bir süre görmezden gelmesini sağlayacaktır.
2. Baldızınıza, pardon baldırınıza masaj yapın. Bu da, mesaneyle beyin arasındaki iletişimi engelleyecektir. (Avustralyali bilimadamlari bulmuş bunu)
3. Sırtüstü yere uzanın ve poponuzu yukarı kaldırarak birkaç saniye bekleyin. Bu işlemi de 5 kere yapacaksın.
4. Bacak bacak üstüne atıp öne doğru eğilin.
5. Kendinizi bu duruma hiç sokmayın. Gidin adam gibi çişini yapmak için, mesanenin dolmasını beklemeyin.
Bu da kaynak.

22 Kasım 2011 Salı

Sevgilinin Göbeğinde Dondurma Yemek

Genç Serdar göbekten zeytin yerken.
Dondurma
Bildiğim kadarıyla, hatun kişisinin göbeğinde birşeyler yemek, Serdar Ortaç isimli türkücünün "Karabiberim" şarkısının klibinde, Serdar kardeşimizin esmer hatunun göbeğinden aldığı zeytini yemesiyle moda olmuştur ki, genç Serdar hem ilk albümü olduğundan, hem de bütün parayı albüm ve klibe yatırdığından, zeytin dışında bir gıdaya para yettirememiş, şarkı ile ilintili olarak karabiber tomurcuğu yemeyi de, çok affedersiniz, götü yememiştir. Neyse geçelim...
Sevgilinin göbeğinde dondurma yemenin 2 tane zahmetli, zahmetliden ziyade tadını kaçıran noktası vardır.
Sudan çıkmış balık
Evvela, dondurma vücuda temasından dolayı, normalde daha süratli bir şekilde erime sürecine gireceğinden dolayı, daha çabuk yenilip tüketilmesi gerekmektedir ki, sağa sola akıp ziyan olmasın. "vajinaya akarsa yalarım" şeklinde düşünecek ergenlere hatırlatmakta fayda var, tuzlu gözüm o bölge. Uzak dur o fanteziden.
Saniyen ise, hatun kişisinin göbeğine dondurma koymakla eşzamanlı olarak, hatunun soğuk dordurmaya binaen, sudan çıkmış balık moduna girip, namütenahi çırpınma eylemine girmesi vardır ki, eğer hatunu önce soğuk çay kaşığı, daha sonra çorba kaşığı ile ani ısı değişimine hafiften hazırlamadı iseniz, o dondurma sağa sola saçılır, artık halıdan veya duvardan yersiniz.
Saygılar...

21 Kasım 2011 Pazartesi

Hapishane Anıları 3

 4. günün sabah 05:00 civarı. hücre kapısı elektronik olarak açıldı. yemekhanede birkaç kisiyi topladılar. halter milli takımından kaçan 2 turk de cagirilanlar arasındaydı. ellere ve ayaklara zincir vurup, new york'a götürdüler bizi. 4 gün sonra, kelepçeli de olsa, hoş gelmişti bu yolculuk. sonuçta diğer insanlar gibi uzun süre beklemeyecektim. bu arada belirtmekte fayda var, o turuncu giysi ve o kelepçeler vurulduktan sonra, en mülayim adam bile kendini psikopat hisseder.
mahkeme için beklerken, cinli birisi geldi yanıma. avukat olarak bir cinli tutmuşlar! amerika'da yahudi avukattan şaşmayacaksın. bunu bilmek, buranın abc'sidir. neyse iste, mahkeme salonuna girdim zincirli. yüzde bir hannibal lecter mazbutluğu. hakim tatile çıkmış, onun yerine texas'la telefon bağlantısı kuruyorlar. savcı istedi 15.000$ kefaret. sucum; okula gitmemek. e$im amerikali zaten, ne uğra$tiriyorsunuz...
7500$'a kabul ettiler serbest kalmamı.
diğer 2 turk işe avukat tututlmadigi için, hakim karşısına bile çıkmadılar. 2 ay bekle ve avukat tutma. hapse geri dönerken, mutluluğumu pek belli etmek istemedim. sonuçta onlar için de üzülmüştüm.

kimse volta atmıyordu, sadece 2 rus, aralarında yavaş sesle konuşarak yürüyorlardı. tatar ramazan voltasıyla da uzaktan yakından ilgisi yoktu. madem hapisteydim, o zaman volta atmalıydım. bizim turklere "hadi volta atalım" dedim. mahkemeden dolayı moralleri bozuk olduğundan, teklifi kabul etmediler. başladım volta atmaya. bir süre sonra, ozbeklerin dikkatini çekti. bakıp duruyordu, islam kerimov'lar. gün boyu otur televizyon izle, satranç oyna, bir yere kadardı. spor için de sadece yarım saat avluya çıkarıyorlardı. evet evet, volta atmak iyi geliyordu. haltercilerden ayrı başka bir turk de beraber takılmaya başladı. artık paso volta atıp, öyle konuşuyorduk, dertleşiyorduk. volta kültürü olmayan adamlar işe, biraz tedirgin gözlerle bakıyorlardı. hafif uzun saç, keçi sakal ve elvis tarzı uzun favorilerle psikopat görünüm yapmanın da belki bir etkisi vardı. evet, mahrumiyet zamanlarında sıyırmışlık imajı, her zaman bir avantaj sağlar.
tek eksik, bir tespihti...

Karanlık Okyanuslar

Bütün yalan ve riyalardan uzakta, insanın kendiyle yüzleşmesini sağlayan, kimi insanların içlerinde kendini buldukları, ruhun susuzluğunu gideren içice geçmiş okyanuslar,

Gökyüzüne bakmaya hacet bırakmadan, gozyuzundeki yıldızları, gökyüzünün güzelliklerini kendi siluetinde gösteren devasa aynalar,

Bazı insanların zehirlerini akıttıkları, bütün iğrenç kusmuklarıyla kirletmeye çalıştıkları ve bütün bunlara rağmen arılık ve güzelliklerinden bir şey kaybetmeyen devler,

Korkutucu karanlıklarının ardındaki güzellikleriyle,insanın geçmiş ve geleceğiyle yüzleşmesinin kudretini sunan, geçmişin kirlerini temizleyen şefkat yuvaları,

Iyi ki varlar, iyi ki karşıma çıktılar ve iyi ki umut oldular...

Hapishane Anıları 2

hapishanede hücrelere yerleştirilmeden evvel, tek tek hemşirenin karşısına çıkarıyorlardı. hemşire de, depresyon veya anksiyete ile ilgili sorularla ağız yoklayıp, intihara meyil hakkında fikir sahibi olmaya çalışıyordu. askerdeyken, askerelere sorduğum soruların aynısıydı. hem$ireyi derdinden kurtarıp, direk olarak depresyon ve anksiyete belirtilerim olmadığını, intiharı da düşünmediğimi söyledim. nerden anladığımı sordu, psikolog olduğumu söyledim. flört eder bir şekilde, bir kız bulup evlenemediğimi sordu. evli olduğumu ve niye tutuklandığımı bilmediğimi söyledim. sonra bir form verip imzalamamı istedi. tecavüze uğranırsa neler yapılacağından bahseden bir formdu. iste o zaman, jet hızıyla, depresyon belirtileri başladı.
ilk kez kahvaltı ve öğle yemeginie çıktığım gün, çaylarda ve yemeklerde buram buram, mis gibi sap tadını almamla, o formun formalite olduğunu anlamam bir oldu. bir de kriminal suçlular değil de, böyle statüsünü kaybetmiş kişilerle beraberdik. çoğunluk da, zaten eğitim seviyesi yüksek kişilerdi. bir kaç okuz de vardı tabii, her populasyonda olması gerektiği gibi.

20 Kasım 2011 Pazar

Hapishane Anıları 1

turkiye'de karakola bile yolu düşmemiş ben, maalesef amerika'da 1 hafta hapishanede yattım.
hersey evlendikten sonra okula gitmeme kararı almamla başladı. öğrenci vizesiyle amerika'ya gelmişseniz, okula sevam etmek mecburiyetindesiniz. devamsızlık neticesinde, öğrenci statünüzü kaybedip, kaçak duruma düşüyorsunuz. tabii evlenip, statünüz değiştikten sonra, okula gitmenize gerek yok.
ben de, "statü işlemlerini kendim hallederim. avukata ne para vereceğim" mantalitesi ile formları kendim doldurup, işlemleri kendim başlattıydım. evet, klasik turk mantığı ile hareket ettim. bilin bakalım ne oldu? bazı formlardaki eksikliklerden mütevellit, statüm değişmedi, okula devamsızlıktan mevcut statümü de kaybettim. tabii, salak ben tutuklanana kadar, bu durumdan habersizdim.
çalışırken, özel numaradan bir arama geldi. cevapladım. karşıdaki homeland security'de çalışan bir dedektifti. benimle yuzyuze görüşmesi gerektiğini söylüyordu. "iyi, geleyim ofise" dedim. eve gelmesi gerektiğini söyledi ve adresimi sordu. eleman cep telefonumun numarasını buluyor, ama ev adresimi bulamıyor. salaklığın daniskası. postaneye, her taşındığınızda, adres değişikliğini bildiriyorsunuz, netice itibariyle. ben de kaçıp gizlenen biri değilim. bul iste adresimi. verdim adresi sonuçta ve gelecekse cuma günü gelmesini söyledim, ki konuşma salı günü gerçekleşiyordu. sebebini sorduğunda, o gün çalışmıyor olacağımı söyledim.
neyse i$te. cuma sabahı saat 5:30'da 3 dedektif gelip, vurdular kelepçeyi bileklerime. federal plaza isimli merkez binaya götürüp, saat 14:00'e kadar sorguladılar. bir de ipneler, öğleye doğru serbest bırakacaklarını söylemişlerdi. "ne zaman salacaksınız" diye sorduğumda, "ne salması" soru cevabıyla benim jeton yere çakıldı. dengizik'in tabiriyle beynimden vurulmuşa döndüm.
başka bir binaya götürdüler. nezarethane gibi bir yere koydular. saat başı birilerini getiriyorlardı. koca bir oda. tuvalet ortada. tuvaletin içi, yenmemiş sandviçlerle dolu. ekmek, öpüp başa konulma formatini çoktan kaybetmiş.
o ortamda 7-8 saat kadar tuttular. sonra ellerle birlikte ayaklara da kelepçe vurdular, el ve ayak kelepçelerini de birbirne zincirlediler. burnun kaşınsa, kaşıyamazsın. sonra, 1 hafta ikamet edeceğim hapishaneye sevk ettiler. new jersey'de north bergen bölgesinde bir hapishane.
hapishaneye varınca, sivil giysilerimizi aldılar ve turuncu hapishane kıyafetlerimizi verdiler. sonra da, 2 kisilik hücrelere yerleştirmeye başladılar. saat 02:00 gibi hücreme girip, kafamı yastığa koyabilmiştim.
hücre arkadaşım mülayim bir hindu'ydu. sabah kuralları anlatmaya başladı. mesela hücredeki tuvaleti kullanacağımız zaman, kapıya havlu asılıyordu. o durumda kimsa hücreye girmiyordu. bunu gibi detaylar iste.
kahvaltıda diğer turklerle de tanıştım. iki tanesi halter milli takimindalarmis. amerika'ya takımla gelip dönmemişler. 2 ay civarı ordalardi ve daha mahkemeye bile çıkmamışlardı. hastirlerle bezeli bir tedirginlik bünyeyi sarıp sarmalıyordu. 2 ay ne demek?
bir sürü ozbek de vardı, hapishanede. bunların adını öğreneceğime, kısaca "islam kerimov" diye hitap ediyordum, köpürüyordu lavuklar.
paso ispanyol kanalı seyredip, satranç oynayarak geçiriyordum zamanımı. bir cinli vardı. herkesi yeniyordu satrançta. gelene geçene mat. nasıl olduysa, bir kere oynadım ve yendim bu lavugu. hanı ustayı bırak orta seviye bile değilimdir satrançta. yeniş, o yeniş. bir daha da oynamadım elemanla. yalvardı, yakardı. ama yok.
bir tane arnavut vardı. bu ipne vezirsiz başlardı oyuna. gene de, cinli hariç herkesi yeniyordu. bu elemanı hiç yenemedim mesela. eskaza yensem, zaten bir daha oynamazdım.
bir tane pakistanli vardı, milletin yemeğine şulanıp duruyordu. "elmanı yiyecek misin", "ekmeğini yiyecek misin" gibi sorularla bunaltıyordu.
etrafta karikatür gibi elemanlar olduğundan, 1 hafta tatil gibi gelmişti. hanı "bir daha olsa gider misin" diye sorsalar, cevabım hazır: "nah giderim".
allah'tan hapse girmeden evvel özü seyretmemiştim.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Zombiler saldırsa boku yeriz be abi

Ozdemir Erdogan
Geçen Uzeyir abi'yle rakı balık olaylarına girdiydik. Arka planda da Ozdemir Erdoğan'in müthiş yorumuyla "Kalamış" eseri çalıyordu.
Uzeyir abi, dalmış boşluğa bakıyor, yüzünde bir tedirginlik ve hüzün aynı anda.
Zombiler
"N'oldu abi? efkar çökmüş" diye sordum. "Zombiler saldırsa boku yeriz be abi" dedi, sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra.
"Aman abi, Allah muhafaza" diyecektim, ileride saçları kısa, geriye fönlü, kalın çerçeveli gözlüklü teyzeleri gördüm. Iktidar olurlar miydi? Yok ulan, daha neler...
Bir teyze
Ama gene de tırstım, zombiler saldırsa gene karneyle ekmek alırdık herhalde.

17 Kasım 2011 Perşembe

The Walking Dead

Su hamilelik testi yapan abla var ya, hani şehla gözlü. Of, yerim onu ben, öhöm! Neyse... Prison Break'te de oynamış olan ve şimdi Rick'in helali rolündeki hatun.
Simdi beni uyuz eden olaya geleyim. Orada koskoca, güvenli bir ev var. O evde tuvalet de var. Varlığını inkar edemezsiniz çünkü Shane saçını keserken gördüydüm. Bu hatun, gebelik testi için, niye evdeki tuvaleti kullanmadı da, çalıların oraya gidiverdi?
üç harfli resmi
Zombileri salla, zombiden başka üç harflisi var, yılanı var, çıyanı var, kertenkelesi, tırtılı var. O pozisyonda ben olsam ve kıçıma sinek konsa, kız çocuğu gibi bağıra bağıra kaçarım yeminle. Bir de kocasından gayri başkası görecek kıçını diye de düşünmüyor yelloz. Ağzını caaaart diye yırtası geliyor insanın.
Aile kavramına özen göstermeyen pis senaristlere sahip, korkunç bir dizi.
Ayrıca evdeki tuvaleti kullansa, bevlettikten sonra elini de yıkayabilirdi. sidikli ellerle gidip, üstünü başını düzeltecek bir de.

Bunun hesabını sorarım ben

Faik albayın travesti ile diyaloğunu, Harutyun'a anlattım diye albaydan bozuk yemiştim. Gerçi bir laf etmedi, ama bir soğukluk olmuştu artık. Hep de Harutyun'un ibneliğinden kaynaklanmaktaydı. Harutyun'dan durumu düzeltmesini istedim. Yaptığımız terbiyesizliği telafi etmeliydik.
2 gün sonrası için albayı meyhaneye çağırdı. Fedon Haldun'un şarkı söyleyeceği geceydi. Fedon'a benzediğinden öyle derdik. Onun gibi de giyinirdi. Sesi benzemezdi ama. Böyle Ajdar'ı daha çok andırırdı. Ama bunu söylemezdik yüzüne. Kalbini kırmaya da gerek yoktu. Efendi çocuktu, sonuçta.
Neyse gittik Harutyun'un mekana. Albay gene mesafeli. gözleriyle dövüyor resmen. Bu arada Harut da, garsonlara masayı donatmalarını söyledi. Mezeler falan geldi. Ben haydariyi önüme çektim. "Dokunan yanar" diye de ekledim. Albay gülümsemedi bile.
Fedon da kaptırmış turkce, yunanca şarkılar söyleyip duruyor. Belki yunanca değil, uyduruk bir şey. Araya "tikanis", "kali mera", "efkalisto" gibi kelimeler sıkıştırıp bizi yiyiyor.
Albay içiyor, Harutyun dolduruyor. Gözüme karşı masada oturan hatun ilişiyor. Bir yerden tanıdık geliyor. orjinalde kumral, lakin çakma sarışın. O da bana bakıyor. Masadaki muhabbetten kopmuştum. Zihnimi gereksiz yere bu kadın meşgul eder olmuştu. Hafiften gülümsedi. Zihnim meşgul olduğu için öküz modundaydim. Gülümsemesine karşılık veremedim. Uüzünü ekşitti. Masasındaki muhabbete geri döndü.
Bu arada albay da keyiflenmeye başlamıştı. Fedon Haldun'dan istek şarkıda bulundu. Candan Erçetin'in söylediği "Söz vermiştin" şarkısını istedi. Harutyun ile Fedon'nun yüzlerinde muzır bir gülümseme belirmişti. Işkillendim.
Fedon başladı yardırmaya. Gitarıyla, coştukça coşuyordu. Sonra birden şarkıyı söyle söyledi.
"çok mu fazla, bu Jitem
ağır değil mi hakeza
söyle kim fişletti beni sana
böyle yönetim olmaz"
Albay kıpkırmızı. ben "anaskym Haldun" diyorum içimden, ellerim şakaklarımda.
Birden hatunun kim olduğunu hatırladım. yanına gidip, kulağına "siz otobüste imdat götümü ellediler diye bağıran bayansınız" dedim. "Bayan değil kadın" diye cevapladı.
Albay ise, bağıra çağıra çıkışa doğru gidiyordu. çıkmadan evvel ekledi; "bunun hesabını sorarım ben!"

Istanbul'a aşık olmak

Kadıköy'den Eminönü'ye geçerken martılara simit atmaktır.
Eminönü'nde güvercinlere buğday atmaktır. Denize bakıp, delikanlı sigarası Camel içmektir.
Mısır Carşısı'nın baharat kokusunu içine çekmektir.
Cağaloğlu yokuşunu çıkmak, valiliğin oradaki kitapçılara uğramaktır.
Sultanahmet meydanındaki boyacı çocukların turistlerle her dilde konuştuğunu duymaktır. Sonra bildiğin tek kürtce kelimeyi (çavani) tekrar tekrar söyleyip, onları kızdırmaktır.
Oradan Beyazıt'a doğru yürümektir. Corlulu Ali Paşa medresesine uğrayıp, bir nargile söylemektir.
Bizans ve Osmanlı tarihiniyle zihni yoğurmaktır, Istanbul'u sevmek. Oradayken kıymeti anlaşılmaz, lakin New York'ta Hudson nehrinden New Jersey'e bakarken, insan der kendine "ah ulan Istanbul" diye.
Rum doktoru, ermeni işkembeciyi özlemektir.

Iyiydik be yakışıklı

Simdi bizim kurmay emekli albay Faik abi, istemeden kalabalık otobüste bir travestiye değdirmiş, olayı farkedince zorla otobüsü durdurup inmişti ya.
Işte kalabalık otobüste, Hz Musa'nin asayla Kızıldeniz'i yarması gibi, insanları sağa sola ayırıp giderken, arkasından travestinin seslenmesiydi bu; "iyiydik be yakışıklı".
Faik albay daha bir dellenmisti. Hatta indikten sonra, Yeşilköy'e dönerken "sakin Harutyun ipnesine, bu olaydan bahsetme" diye de tembihledi.
Yanından ayrılır ayrılmaz, soluğu Harutyun'un yanında aldım. Olayları anlatıp, bir güzel güldük.
Ertesi gün, Harutyun albaya "yakışıklı" diye seslenince, albayın buz gibi bakışlarıyla muhatap olmak zorunda kaldım.
Evveliyati...

Biz istemezsek CHP muhtar bile çıkaramaz

Ben namazda poz verirken
Geçen ramazan, camide yatsıyı kılmış, teravih namazına durmak için hazırlanıyorduk.
Imam tam tekbir getirecekken, arkadan birisi "durun!"; diye seslendi.
"Bir şey demek arzusu içindeyim" diye de devam etti.
Hepimiz sesin geldiği yöne baktık. Bizim meyhaneci Harutyun abiydi, sesin sahibi. Bakışlarımız soru işaretleriyle dolmuştu.
Harutyun abinin meyhanesinden bir sahne
Imam "ne var lan Harut?" diye sordu.
Cok severdi Harut abimizi. "Sen ölünce cenaze namazını kıldıracam" diye takılırdı ona hep. Ermeni asıllı ortodokstu. Neyse iste...
"Biz istemezsek CHP, bırakın milletvekilini, muhtar bile çıkaramaz" dedi.
Imam dayanamadı, sordu; "biz kimiz lan?" "Liberaller" diye cevapladı Harut.
CHP binasi
Geçenlerde de sosyalizmi teorik olarak çökertmiş, karşı argüman bırakmamıştı zaten.
Imam sadece "syktr git Harut!" dedi.
Teravihin ortasında, imamın lafı aklıma geldi, güldüm.
Namaza yazık oldu.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Istemeden değdiriyorum hanımefendi!

Bizim Faik Albay ile, "Yetiş ya Süleyman" kampanyası için, taktiksel çözümlemeler üretmek üzere, arkadaşlarıyla buluşmaya Taksim'e gidecektik.
Aslında Faik abiyle aynı görüşte değilimdir, lakin o bunu bilmez. Onun geldiğini gördüğüm an, cebimde taşıdığım CHP rozetini, hemen çaktırmadan yakama iğnelerim.
Cebimde taşıdığım CHP rozeti
"Gel" dedi, mecbur gidiyorum. "Otobüsle gidelim. halkla kaynaşalım. nabız yoklayalım" dedi. Albay bir şey diyorsa, "iyi olur" diyeceksiniz. En ufak eleştiriyi kişisel algılama sorunu var, netice itibariyle. Yesilkoy'den bindik, 72t otobüsüne.
Haliyle boştu ilk başta. Lakin, Bakırköy'e vardığımızda, iyice dolmuştu otobüs. Faik abi, kibarlık yapıp, bir bayana yer verdi. Ben de ayıp olmasın diye, başka bir bayana yer verdim. Ayakta gidiyoruz. "Tam nabız yoklama kıvamı" der demez, zaten dolu olan otobüse, başka başka yolcular da binmesin mi...
1 derecelik açıyla bile dönecek yer yok. Bir bayanla da uygunsuz pozisyonda bulunuverdi, Faik albay. Eleman kızarıp, bozarıyor. Fordcu damgası yemesi an meselesi.
Hafifçe kadının kulağına eğildi, "Kusura bakmayın. Istemeden değdiriyorum hanımefendi" dedi. Kadın, hafiften başını geriye çevirdi. Yüzünde muzır bir gülümseme. "Ay ben şikayetçi değilim, yakışıklı" dedi. Erkek sesi vardı. Adem elması da vardı. Sanki sakal trası vakti de yaklaşmak üzereydi.
Albayın "Durdurun ulan otobüsü! Ineceğim ulan, şerefsizler!" demesi üzerine, zar zor inebildiydik. "sykerim kampanyasını" diye söylenip durdu, Faik'im, albayım.

Ben de isterim Kemal isimli bir başbakanımız olsun...

Yeşilköy sahilinde, arkadaşlarla balık tutuyorduk. Tuttuğumuz balık da kaya balığı. Maksat işkence olsun. Yoksa yenmez o balık. Yense de lezzetli olmaz. Acıkınca güvercin yemek gibi bir şey. Hoş değil anlayacağınız. Iste takılıyoruz arkadaşlarla öyle. Bizim meyhaneci Harutyun abi damlayıverdi yanımıza. Elinde Takvim gazetesi, bakıp bakıp homurdanıyor. "ulan bize ne yunan ekonomisinden"; dedi. "açsalar ermenistan'la sınırlarımızı, hem onlar ihya olur, hem biz." Biz oralı olmuyoruz arkadaşlarla. Sosyalizm, evrim gibi konularda kafamızı sinkaf etmesinden bıkmışız zaten, bizim için o anlık yok orada, Harutyun abi. sonra dedi ki; "gençler yanlış anlamayın beni. Ben de isterim Kemal isimli bir başbakanımız olsun, ama bu Kemal o Kemal değil, olmamalı." O esnada, nasıl olduysa bir tane karagöz yakalayıp çok sevinmiştik. Kovaya koyduk hemen. Anlattıklarını dinlemiyoruz diye, balığı denize geri attı lavuk.